Aşkı Anlat Bize

   Yine aşk!

     Hep aşk!

     Sürekli aşk!

     Gündemdeki yerini daha uzun yüz yıllar koruyacak olan…

     Dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta.

     Her yol Roma’ ya çıkar dense de her yol aşka çıkan…

     Hayatımızda bu kadar yer teşkil eden ‘aşk’ nedir?

     Sanırım insanın en çok sorduğu soruların başında bu geliyordur.

     Ama yanıtını doğru veremediğimiz soruların başında da bu geliyordur eminim.

     Neden mi?

     Söyleyeyim:

     Aslında ona söylüyorum, ona söylerken size de söylemiş oluyorum elbette.

     Burayı iyi kaydedelim!

     Eğer ki bizler aşkı yaşıyor, aşkı biliyor olsaydık hayat bu kadar yaşanılmaz olmazdı.

    Sorun üreten değil, sorunları çözen olurduk. Ve eğer aşkı biliyor olsaydık, insanın insanla çelişkisi, insanın yaşadığı sistemle olan çelişkisi biter, sadece insanın doğayla yaşayacağı çelişki kalırdı. Ki hayat var oldukça insanla doğa arasındaki çelişki hep var olacaktır.

     İnsanın insanla, insanın sistemlerle, insanın öteki canlılarla, insanın doğayla sorunları bitmesi bir yana, her gün çoğalarak artmasının altında ne yatıyor?

     Aşksızlık, sevgisizlik!

     Anlatabildim mi?

     Ama sorsak birbirimize, ya da sorsak kendimize utanmadan, hatta pişkin pişkin gözlerin içine bakarak yalan söyleriz, deriz ki, ben insanı, ben doğayı, ben hayvanları seviyorum.

     Hadi oradan!

     Koca bir yalan bu da.

     Sözde yalanı sevmeyiz.

     Yalancının daniskasıyız aslında.

     Hatta insan en utanmaz, en arlanmaz bir yalancıdır.

     Bu da sanırım bizim iki karakterli oluşumuzdan. Bir karakterimiz edepli, bir karakterimiz edepsiz.

     Hangi karakterimiz en önde?

     Bu başka bir konu, biz aşka gelelim tekrardan.

     Aşk nedir?

     Aşktan ne türer?

     Aş, ak, şak, kaş türemez sadece, sevgi de, insanlıkta, merhamette, acımada türer.

     Size de soruyorlardır kesin, bana da soruyorlar, yine sordular:

     Sevgi üzerine şiirler yazıyorsun, hemen hemen her şiirin aşka çıkıyor, bazen büyük büyük, bazen keskin keskin, bazen de şaplak atar gibi laflar ediyorsun şiirlerinde, deneme yazılarında ve romanlarında, bana da aşkı anlatır mısın, aşk anlatılmaz yaşanır demeden ama!

     Demem!

     Aşk hem yaşanır hem anlatılır, bunu bilenim.

     Aşk üzerine çok yazdım, dünya âlem biliyor. Sorusundan anladım ki hiçbir yazımı okumadığı belliydi.

     Anlattım.

      Ona önce yayımlanan kitaplarından söz ettim. “Her Şey Aşk İçin” , “Sevgiliye Mektuplar” , “Aşka Yazdım” , “Düşüncede Yürümek” adlı deneme yazılarımdan oluşan kitaplarımı tanıttım, okumasını salık verdim.

     İlk fırsatta okuyacağını söyledi. Okumasını isterim, çünkü onca şeyi bir çırpıda burada anlatamazdım. Ve inanıyorum aklındaki soruların birçoğuna yanıt bulacaktır okuyunca.

     Sonra, “Ben karaktere bakarım,” dedi. “Karakteri düzgünse, bana güven veriyorsa, vicdanlıysa yeter, kelmiş, göbekliymiş, yani dış görünüşüne önem vermem,” diye de ekledi.

     “Karakterler sevişmez,” dedim pattadan.

     “Sen fiziğe mi önem veriyorsun? O zaman sen güvenilmezsin,” dedi. “Güzellik geçicidir, yaşlanınca veya bir kaza geçirince güzellikten eser kalmayacak, demek o zaman arkanı dönüp gideceksin,” diye de ekledi, sesi sertti.

     Hemen facebooktaki duvarına şunları yazdı:

     “Tipini seven hevesi geçene kadar sadık kalır, ruhunu seven ölene kadar sana sadık kalır.”

      Yine karşıma çıktı sadakat.

      Ölene kadar sadakat beklemek!

     Güvenceli aşk!

     Kendini garantiye alma hali.

     Sadakat insanoğlunda kalıtımsal bir hal almış. Sadakat edecek birini, birilerini bulamayınca sadakat edeceği kişileri aramaya başlar. Sadakat göstermeden var olmayacağımıza inanır haldeyiz.

     Sevgide vicdan vardır, acıma vardır, şefkat vardır, sırt dönme yoktur.

     Ama aşkta da cinsellik vardır. İnsan cinsel duygularla âşık olur.

     Sohbet etmek, yalnız kalmamak, kendini güvenceye almak, yaşlanınca bakılmak için âşık olunmaz.

     Aşk hizmetkârlık hali değildir.

     Sevgide hizmetçilik vardır ama aşkta bu yoktur.

     İnsan aşkı yarattığından bu yana partnerine şöyle der:

     “Sen beni eksik yanımsın.”

     Eksiklikten kasıtta öyle karakter değil, bedensel uzuvlardır. Eğer bir bedende iki uzuv olsaydı aşk olmazdı, kimsenin kimseye ne ihtiyacı olurdu, ne de sen benim eksik yanımsın derdi.

     Aşk iki bedenin sevişme halidir, bedenin ve ruhun iyileştirilme eylemidir.

     Yani aşk sevginin cinsellik halidir.

     Ve aşk birazda heves halidir.

     Hangi dostluk, hangi arkadaşlık ebedidir, aşk ebedi olsun. Yani aşk üretebildiğin kadar sürme halidir.

     Cinsel duygularımızı canlandıran kişinin dürüst, sadakatli, yalansız, hoş sohbet ve fikirlerinin iyi, etiketli, zengin ve bize uygun olma hali değildir.

     Bunlar bireyin cinsel duygularını dürtmez.

     Ne dürter?

     Saçı, yüzü, dudağı, gözü, omuzları, göbeği, kalçaları, bacakları… Gülüşü, sesi, kokusu…

     Bu yoksa aşk yoktur, sevgi vardır.

     Başka ne vardır?

     Kardeş sevgisi, kanka sevgisi vardır.

     Bilmem anlatabildim mi?

Bunları da Okuyabilirsiniz

HAYALLERİNİZİN PEŞİNDEN GİDİN

Bizim kuşağımızın mücadelesi özgürlük ve adalet içindi. Benliğimizde yaşattığımız, hayalini kurduğumuz Türkiye maalesef bu konuda …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir