Yıllar önce şöyle bir hikâye dinlemiştim itler üzerin, bunu şimdi sizlerle paylaşmanın vakti geldi; geldi de sanki bunu bir ben biliyormuşum gibi ifade ettim, inanıyorum ki bu hikâyeyi bilenlerde vardır. Ne yapalım bilenler yeniden bildiğini tazelemiş olsun, duymayanlarda duymuş olsun.
Bunu neden mi yazmak istiyorum, şundan. Ama önce itin hikâyesini anlatayım, sonra benim nedenimi anlatayım, inanıyorum daha iyi anlaşılacaktır:
Dünyada ki itler bir konferansta bir araya gelirler. İtlerin reisi kürsüye çıkar ve tarihsel konuşmasını yapar, konferansa katılamayan itlerde ekran başında izler, der ki:
“Sayın saygı değer it kardeşlerim, bu konferansta bir araya gelmemizin en önemli nedeni şu insanoğlu. Bir karar vermenin zamanı geldi ve geçiyor. Biliyorsunuz ki biz itler oldum olası insanoğlundan çok çektik, hâlâ da çekiyoruz. Onlardan görmediğimiz zulüm kalmadı. Doğanın itiyken sokak iti olduk. Aç bırakılmak bir yana, soğukta bırakılıyoruz, yaşamak için doğal alanlarımız kalmadı. Büyük bir kısmımız çöplüklerde yaşamını sürüyor, çok azımız evlerde, sıcak ve sevgi ortamında yaşıyor, bunlarda şanslı olanımız. Onları kıskanıyor muyuz? Hayır! Hepimiz it gibi yaşamak istiyoruz. İt oluşumuzdan dolayı aşağılanmak, hor görülmek, tekmelenmek, hakaret görmek istemiyoruz.
Artık buramıza geldi, bıçak kemiğimize dayandı. Daha geçenlerde bir ilçede sokaktaki itler barınağa götürülecek sözü altında toplandı kamyonetlerle. Çaresiz it kardeşlerimiz barınaklara mı götürüldü? Hayır! Peki, ne oldu? Yüzlerce it kardeşimiz tenha yerde katledildi, kepçeyle açılan çukura doldurdular ve üzerleri kepçeyle örtüldü.
Bu hayvan barınağı denilen yerlerde yaşam nasıl? Gidip gören var mı? Nazi toplama kamplarından hiç farkı yok. Küçücük yere kapasitesinin üzerinde it konuyor. İtler sağlıksız ortamda yaşatılıyor. Veterinerleri yok, hastalanan kardeşlerimiz tedavi edilmiyor, ilaç verilmiyor, salgın hastalıklar almış başını gidiyor. Sözde yemek veriyorlar, hani diyorlar ya, itin önüne kosan it yemez, aynen öyle, kendilerinin yemediği bakteri üremiş ne kadar bayat yemek artığı varsa kardeşlerimize veriliyor. Çok zaman da aç kalıyoruz. Bir deri bir kemik it kardeşlerimiz var sokakta, barınakta.
Daha dün on iki yaşındaki bir erkek çocuk eline bir satır almış dört aylık yavru itin patiklerini bir kütüğün üzerine koyarak kesmiş. Bunu gazetelerde okumuşsunuzdur. İç sayfadan küçük bir fotoğrafla haber yapmışlar. Daha sen on iki yaşındasın ne zaman ve kimden öğrendin bu şiddeti? Ne zaman bu kadar kötü oldun, sen ne vakit bu derece sevgiden uzaklaştın? Patilerini kestiğin dört aylık bir enik! Vicdanı öğreten olmadı mı sana okulda, evde, arkadaşlar arasında. Acımanın ne olduğunu sana öğretmedi mi gittiğin kuran kursları?
Biz size ne yapıyoruz ki? Evinizi bekliyoruz, hayvanlarınızı koruyoruz! Daha ne yapalım?
Az daha geçen ay ben de tuzağa düşecektim, neyse ki o an karnım toktu. Bakar mısınız ya, etin arasına çivi koymuşlar. Şu insanoğlunun geldiği zalimliğe bakar mısınız? Benim aç kardeşlerim de ne yapsın, sevinmiş insanoğlu bize et veriyor diye. Yiyenin vay haline! Ağzı, midesi kan içinde, acıdan kıvrana kıvrana onlarca it kardeşim öldü.
Bu insanoğlunun korkunç zulmüne dur demenin zamanı geldi.”
“Geldiiii” diyerek koro halinde bağırıyor itler bu arada.
“Bizim gibi masum itlere, insan canlısı itlere bu işkenceyi hak gören insanoğluna tavır almanın, onları protesto etmenin zamanı geldi artık.”
“Geldiiiii artık” diyorlar yine. Galeyana gelmişti itler.
“Onlara unutamayacakları bir ders verelim.”
“Verelim.”
“Hadlerini bilsinler.”
“Bilsinler.”
“İtlerin kıymetini anlasınlar.”
“Anlasınlar.”
“Bu dünya hepimizin!”
“Hepimizin.”
“O halde bu günden sonra insanoğlunun bokunu yemeyelim artık.”
“Yemeyelimmmm.”
“Söz mü?”
“Söz.”
“Ölmek var dönmek yok, değil mi arkadaşlar?”
“Ölmek var dönmek yok” diyor salondaki tüm itler.
Daha bir gün dolmadan her taraf insan bokuyla dolup taşmaya başlamış, sokaklar kokudan geçilmez olmuş.
İtlerin reisi sokaklarda düşünceli düşünceli ve ikircilikli dolaşırken duvar dibinde tazecik bir insanoğlu boku görür, dumanı tütüyordur. Yaklaşır, çevresine bakınır, boku yemeye başlar. O esnada iki it reislerinin bok yediğini görür:
“Reis niye sözünde durmuyorsun?”
Reis:
“De gedin lan itin boka yemini mi olurmuş!”
İtin boka yemini olmaz sözü de buradan gelir.
Alkolikler içinde durum bundan farklı değildir.
Onlarında yemini yoktur. Her yeminden sonra alkole sarılırlar. Birde şöyle derler:
“De gedin lan ben alkolik değilim” diyerek inkâra yönelirler, bununla da kalmazlar gerekçeli teoriler üretirler. Ama çok zeki olduklarından da bilirler, istenirse her yanlışın teorisini üretmek mümkündür. Sanki dünyanın en güzel şeyini yapıyorlarmış gibi de bu teoriye kendilerini inandırırlar.
Biliyor musunuz benim de şekere karşı yeminim tutmuyor.
Söylemek istediğim buydu.
Yemin ettikçe şeker yiyorum.
Şeker yedikçe yemin ediyorum:
“Bir daha asla!”
Ve ben şeker hastasıyken!