Çağımız reklam çağı.
Kapitalizmin emperyalizmden sonra ki ikinci aşaması olarak görebiliriz.
Kazanmak istiyorsan reklam yapacaksın.
Ne yaparsan yap reklama önemli pay ayıracaksın yoksa iflas kaçınılmazdır.
Araba mı üretiyorsun, salça mı üretiyorsun kitlelere ulaştırmanın yolu tanıtımdan geçiyor.
Bir iş yerimi açtın, mesela tatlıcı, mesela tuhafiyeci, mesela reklam ajansı… tanıtım şart.
Hatta kitap mı yazdın, yaptığın resimleri, çektiğin fotoğrafları sergilemek mi istiyorsun duyurusunu yapacaksın, tanıtacaksın yoksa kitabını alıp okuyan olmaz, sergine kimse ayak basmaz; tesadüfen okuyan olur, yoldan geçerken sergini gören olur, ilgisini çekerse girer bakar.
Ürünlerin kalitesi kalitesizliği tabi ki önemli, kaliteli üretim yapıyorsan sürekliliği yakalarsın, kalitesiz üretiyorsa da satarsın ama ömrü çok olmaz.
Kalitesiz ürünleri de cılalayarak, allayıp pullayarak kaliteliymiş gibi satıldığı da olmuyor değil hani, çok oluyor, bu daha çok reklamın gücüyle alakalı. Öyle kötü sanat eserleri var ki hatta insan aklına ve fiziğine zararlı, öyle bir tanıtılıyor ki insan bunun ayrımına varamıyor, en iyi ürünmüş gibi alıyor, onun iyi oluşuna hem kendini inandırıyor, hem çevresini.
Ve şöyle diyor:
Filan markanın robotunu aldım inanır mısınız beş yıldır tık demedi veya filanın romanı muhteşemdi, mutlaka okumalısın.
Ben buna olgusal bilinç diyorum, başkalarının aklıyla yaşamak bu!
Müteahhit bir bina yapıyor, dış cephesi albenili, odaları geniş, havadar ve güneş alıyor, muslukları sensörlü…
Ya betonarmesi, ya kullanılan demirler, ya kum? Deniz kumu mu, ırmak kumu mu? Kuma katılan çimento yeterli mi?
Bunlar müteahhittin vicdanıyla alakalı.
Kar hırsı çoksa, ki çok müteahhit böyle, -sinekten yağ çıkarma telaşındalar.
Depremde yıkılan evler ortada. Ama, bu müteahhit öyle bir tanıtımla ve fahiş fiyatlarla evleri satıyor ki, alan arkadaşına da aynı müteahhitten ev aldırıyor.
Ölmeden insanın kendine ve arkadaşlarına mezar aldırması bu olsa gerek.
Tüm bunlar reklamın gücüyle olan şeyler, ürünün kaliteli olmasıyla alakalı değil.
Çünkü denetim yok, araştırma yok.
Ve rüşvet çok!
Veriyor parayı kontrol memuruna, o da hiç düşünmeden basıyor imzasını.
Bunları niye söylediğime geleyim.
Sözü uzatmanın da manası yok.
Bu hem yazıyı kalitesizleştirir hem okunmasını engeller.
Soruyla gireyim konuya:
Bir sanatçı kar hırsı güden kapitalistin ürettiği ürüne bakmadan, araştırmasını yapmadan, sırf para kazanmak için o ürünün reklamını tv’lerde, internet sitelerinde, gazetelerde yapar mı?
Ya da yapmalı mı?
Hassas bir konu, bunun farkındayım.
Kimseye şunu yap bunu yap deme hakkım yok, hele ki sanatçılara.
Ama eleştirme hakkım var, o sanatçı kendini reklamlarda gösterme hakkını kendinde buluyorsa ben de eleştirme hakkımı kendimde bulurum, yoksa doğrular nasıl gün yüzüne çıkacak?
Hepimizin bildiği bir ikili var, bunları daha çok komedyen sanatçılar olarak tanıdık. İsimlerini hemen anımsadınız değil mi? Şimdi biri hayatta!
Bunlar yıllarca Milli Piyangonun reklamını yaptılar. Yeni yıla bir buçuk ay kala her yerde görürdük. Duvarlarda, panolarda, gastelerde, tv’lerde…
Almayacaklara bile, “Ya çıkarsa” diyerek bilet aldırıyorlardı.
Hemen sormalı, bir sanatçı halkı kandırmalı mı?
Bir sanatçı halkı kumar oynamaya davet etmeli mi?
Kemal Sunal’ ın ‘Yüz Numaralı Adam’ filmini anımsadım, hepimiz kaç kez izlemişizdir. Reklamları eleştiren, halkı kandırmamak için reklam filmlerin de oynamayı reddeden.
Şöyle bir saptamada bulunamam elbette, bir sanatçı ve bu sanatçı ben halkın sanatçısıyım diyorsa reklamlarda kesinlikle oynamamalı gibi…
Yazımın başında da söyledim, çağımız reklam çağı, bir ürünün varlığını halka ulaştırmak için tanıtım şart.
İşte burada duyarlılık şart!
Nasıl mı?
Şöyle:
Bir haber okudum, oyuncu Nebahat Çehre’ nin haberi.
Onun adı bana hep Yılmaz Güney’ i anımsatıyor, yüzümü güldürüyor.
Bir inşaat firması Nebahat Çehre’den reklam yüzü olmasını istemiş ve 10 Milyon, artı bir daire teklif etmiş.
Güzel para!
Kaç kişi hayır der ki?
Nebahat Çehre hayır demiş.
Gerekçesi harika:
“En son depremde yüzlerce ev insana mezar oldu. Ya benim reklamını yaptığım evlerde yıkılırsa. Kahrolurum. Her şey para değil.”
Her şey para değil!