İnsan hayatında “Olmazsa olmaz.” diye adlandırdığımız kutsal saydığımız varlıklar vardır. Bence kadın, yeryüzüne gönderilen en kutsal varlıktır. Dünyayı güzelleştiren muhteşem insandır o… Annedir; doğuran, doyuran, yuvası için saçını süpürge eden, evlatları uğruna canını hiçe sayan varlıktır. Türk kadını olmak da geçmişten bugüne ayrıcalıktır.
Eski Türk topluluklarında kadınla erkek arasında bir ayırım söz konusu değildi. Türklerde toplumun temelini, kutsal sayılan aile teşkil etmekteydi. Eski Türk Devletlerinde kadınlar aile hayatında, mirasta, devlet yönetiminde hak sahibiydiler. Hakanın eşine hatun denirdi. Türk devlet idaresinde hatun da söz sahibiydi. Savaşlarda hakanın yanında yer alan hatun, devlet adamı gibi eğitilir ve yetiştirilirdi. Böylece devlet idaresi ile komşu devletler hakkında bilgi sahibi olur, gerektiğinde devlet başkanlığı yapar, elçi kabul eder, devlet meclisine katılabilirdi.
Tarihten öğrendiğimiz bilgileri size aktarmak isterim: Bir gün Cengiz Han, çevre hanları toplantıya çağırmış. Bütün hanlar, halka oluşturacak düzendeki minderlere oturmuşlar. Hakan’ın gelmesini beklemişler. Cengiz Han yanında eşi Börte Hatun ile gelmiş ve onu sağ tarafına oturtmuş. Gelenek gereği soldan başlayarak hanlar kendilerini tanıtmışlar. Son konuk da kendini tanıtınca sıra Börte Hatun’a gelmiş. Bu arada sözü Cengiz Han almış ve “ Ben hepinizin hanı Cengiz Han’ım. Bu da benim Han’ım Börte’dir. “ demiş. İşte, saygıyla kullandığımız “hanım“ sözcüğünün günümüze kadar ulaşan tarihî yolculuğu böyledir.
Bizler Orta Asya’da yaşarken güçlü kadınlardık. Atatürk’ün sayesinde hâlâ çok güçlü kadınlarız. Atatürk, 29 Ekim 1923’te cumhuriyeti ilan etti. 1930 yılında kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı verildi. 1950 yılında Mersin’de Belediye Başkanı seçilen ve kendisinden sıklıkla “Türkiye’nin ilk kadın belediye başkanı” olarak bahsedilen Müfide İlhan, “Türkiye’nin ilk kadın il belediye başkanı” oldu; ondan çok daha önce 1930’da İlk kadın belediye başkanımız Sadiye Hanım’dı. Sadiye Hanım, 1930 yılında Artvin’e bağlı Yusufeli’nin Kılıçkaya Beldesinde (eski adı: Ersis) Belediye Başkanı seçildi. “Türkiye’deki ilk kadın belde belediye başkanı” olan Sadiye Hanım iki yıl bu görevi yürüttü. 1933 yılında muhtarlık seçimlerinde de kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı verildi. Aynı yıl “Türkiye’nin ilk kadın muhtarı” seçilen Gül Esin, Aydın’ın Çine İlçesi, Karpuzlu Bucağı’nın muhtarlığını yaptığı dönemde Atatürk tarafından ödüllendirildi. Muhtar olmasının ardından kahvehanelerde kumar oynamayı yasaklayan Gül Esin, kız kaçırma olaylarını önledi ve nikâh işlerini düzene sokarak büyük başarı elde etti.
Atatürk Devrimleri’nin en önemlilerinden biri kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı tanınmasıdır. 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile kadınların ilk kez oy kullanmalarının ve aday olabilmelerinin önü açıldı. Türkiye; Fransa’dan ve İtalya’dan 11, Romanya’dan 12, Bulgaristan’dan 13, Belçika’dan 14, İsviçre’den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır. Seçme ve seçilme hakkı kazanan Türk kadını artık tam anlamıyla toplumda bir birey olmuştur. Türk kadınına eski itibarını fazlasıyla kazandıran yüce Atatürk’tür.
Mustafa Kemal Atatürk, “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!” diyerek Türk kadınına hak ettiği değeri vermiştir. Çağdaş Türk kadını bugün aklınıza gelen her meslekte her alanda faaliyet göstermektedir. Doktor, mühendis, avukat, öğretmen, gazeteci, milletvekili, bakan, şoför, işçi, işveren, memur, esnaf olarak çalışmakta ve üstlendiği bütün görevlerde başarısını sürdürmektedir. Bizler aydın kadınlar olarak haklarımızı biliyoruz ve gerektiğinde hakkımızı uygarca arayabiliyoruz. Şiddete karşıyız. Kadın duyarlılığıyla ve hoşgörüyle yoğrulmuş hamurumuz… Dünyada kadın olmanın zorluklarını biliyoruz, elimizden geldiğince mücadele ediyoruz. Bencil değiliz. Dünyadaki bütün kadınların daha sağlıklı, daha çağdaş, daha mutlu bir şekilde yaşamaları için sürdürdüğümüz bu savaşım kadın ve erkek eşitliği cihana egemen olana kadar devam edecektir.
Çağdaş Türk kadını olarak toplumdaki yerimiz Türk erkeğinin ne bir adım önünde ne de bir adım arkasındadır. Türk erkeği ve Türk kadını toplumda yan yana, omuz omuza yaşamını sürdürmektedir. Pek çok ülkenin kadınları savaşa katılmazlar, erkekler savaşırken onlar evde eşlerini, babalarını, ağabeylerini beklerler. Bizde ise böyle bir ayırım yoktur. Orta Asya’da yaşarken nasıl ki erkeğimizin yanındaysak Türkiye’de de öyleyiz. Kurtuluş Savaşında cepheye mermi taşıyan, askere götürülen cephaneler ıslanmasın diye çocuğunun battaniyesini mermilerin üstüne örten kadınlarız biz. İki evladını birden şehit verip “Vatan sağ olsun!” diyen Türk analarıyız. Evlatlarımızı canımızdan çok severiz ancak vatan, millet, bayrak sevgimiz evlat sevgimizden üstündür. Biz Erzurumlu Nene Hatun’uz, biz Erzurumlu Kara Fatma’yız (Fatma Seher Erden), Kastamonulu Şerife Bacıyız, Manisa Gördes doğumlu Gördesli Makbule’yiz, asker kızı olarak çocuk yaşta cepheden cepheye koşan Nezahat Onbaşıyız (Nezahat Baysel), İstanbullu Halide Edip Adıvar’ız. Barışta anayız, savaşta eriz.
Size Çanakkale Savaşı sırasında yaşanmış bir olayı aktarmak istiyorum:
Çanakkale köylerinden her gün yüzlerce genç savaşa katılmak üzere birliklerde toplanmaktadır. Acemi askerlerin eğitim ve teçhizatı tamamlandıktan sonra cepheye gönderilmektedir. Yüzbaşı Sırrı Bey, ikindi vakti yeni gelen erleri teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçının bir tarafının kınalanmış olduğunu görür ve takılır:
-“Hiç erkek kınalanır mı?”
Mehmetçik:
-“Buraya gelmeden evvel, anam kınalamıştı komutanım!” der ve sebebini bilmediğini ilave eder. Komutanın isteği üzerine anasına yazdığı mektupta:
“Niye benim saçımı kınaladın?” diye sorar. Hatice Anadan gelen cevabî mektupta şunlar yazılıdır:
Ey gözümün nuru Hasan’ım,
Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın. Ben, senin anan isem, beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü. Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor. Sen bu ailenin seçilmiş bir kurbanısın. Hasan’ım söyle zabit efendiye. Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır. Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınalamıştım.
Allahın hükmüyle, Allah, seni İsmail Peygamberin yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktır.
Gözlerinden öperim.
Annen Hatice
Kınalı Hasan, bu güzel vatana adanmış bir adaktı. Cephede savaştı, savaştı. Sonra yaralandı, geriye aldılar. Cephenin hemen gerisinde, Kocadere Köyündeki Sargı Yerine getirdiler fakat Kınalı Hasan tedavi bile göremeden ruhunu teslim etti. Diğer şehit olanlarla birlikte, Hasan’ın da kimlik tespiti yapılacak ve o da diğer şehitlerimizle birlikte Kocadere köyünün mezarlığına gömülecekti. Bu işlerle görevli (subay adayı) Zabit Namzedi Mehmet Efendi, Kınalı Hasan’ın üzerini aradı, anasının mektubuyla bir de tamamlanmamış bir şiir karalaması buldu:
“Anam yakmış kınayı adak diye,
Ben de vatan için kurban doğmuşum.
Anamdan Allah’a son bir hediye,
Kumandanım ben İsmail doğmuşum.”
Onu doğuran ana içtenliğin, sevginin, inancın ta kendisiydi. Hatice Ana tam bir Türk kadınıydı.
Atatürk’ün 1923’te söylediği: “Şuna inanmak lâzımdır ki, dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” vecizesi kadınların gücünü en güzel şekilde anlatmaktadır. Türk kadını olmanın ayrıcalığını yaşayan birey olarak bundan her zaman onur duydum. Ne mutlu Türk kadınıyım diyene!
Yine de bütün etiketlerden, dogmatik düşüncelerden, ayırımcılıktan uzaklaşarak “Önce insan!” diyelim. Unutmayalım ki kadın veya erkek olmak değil, insan olmak önemlidir. Türk kadını ve Türk erkeği daima sırt sırta veren sağlam bir kale gibidir.
“Ne mutlu Türk’üm diyene!”